CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NDE NÖBETÇİ FIRSATÇILAR GELENEĞİ
CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NDE NÖBETÇİ FIRSATÇILAR GELENEĞİ
Parti İçi İktidarın Gölgesinde Sessiz Pusucular
Cumhuriyet Halk Partisi’nde yıllardır süregelen bir gerçek var: “Nöbetçi fırsatçılar.”
Bu kişiler, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra partide kök salmış ve adeta gelenek hâline gelmiş bir kesimi temsil ediyor. Her seçim döneminde, her kriz anında, her kritik virajda sessizce bekler; partinin en zor günlerinde destek veriyormuş gibi görünseler de asla fırsat kollamaktan vazgeçmezler.
Bu “nöbetçi fırsatçılar” sadece genel merkezde değil; milletvekilleri arasında, il ve ilçe teşkilatlarında, hatta belediye yönetimlerinde bile görülebilir. Kimisi eski yönetici, kimisi yerel siyasetçi, kimisi ise hâlâ aktif ama sessizdir. Kriz anında sessizliğini bozar, kameraların önüne çıkar. Eleştirmez ama ‘biz demiştik’ havası yaratır.
Etrafınıza dikkatlice bakın. Bu isimler öyle gizli saklı değil. Sessizdirler ama iz bırakırlar. Görünmezler ama gölge gibi hep oradadırlar. Parti büyüdükçe değil, zorlandıkça belirginleşirler.
Kimi zaman bir açıklamayla, kimi zaman bir fotoğrafla kendilerini hatırlatırlar.
Ancak amaç hep aynıdır: Gücü paylaşmadan, emek vermeden sahiplenmek.
Bu kişiler, çoğunlukla CHP’li olmanın ötesinde “Has Partilidir.” Yani başka bir partiye oy vermez, başka bir siyasi düşünceye gönül vermez. Ancak parti içinde, güç ve yetkiyi elinde tutan kimse, onun yanında saf tutarlar. Gücü kaybedenin ise hızla karşısına geçerler. İlginçtir ki bu tutum, bir siyasi duruştan çok matematiksel bir hesap gibidir:
Kim önde, kim düşüyor, kim çıkıyor; her şey “duruma göre pozisyon almak” üzerine kuruludur.
Amaç hep aynıdır: Emek vermeden sahiplenmek.
Bu insanlar, ülkenin temel meselelerine samimi şekilde eğilmezler. Onların asıl mücadelesi halk için değil, kendi siyasi ikballeri içindir. Bu nedenle güç sahibi olan kişi halkına, partisine ne kadar zarar verirse versin, onlar için fark etmez.
Güçlüyü överler, yanına yanaşırlar, hatta dalkavuklukta sınır tanımazlar.
Gerçeklerle yüzleşmeye cesaret eden, haksızlığa karşı çıkanlara ise cephe alırlar.
Güce itiraz edenleri karalarlar, yok sayarlar, hedef gösterirler.
Halk onları sevmez. Zaten onlar da halkı sevmezler.
Sevgileri, nefretleri, duruşları hep rüzgâra bağlıdır. Rüzgâr nereye eserse, yönlerini o tarafa çevirirler. Güce göre severler, güce göre kızarlar, güce göre yaşarlar.
Ama unuttukları bir şey var: Rüzgâr bile onları sevmez!
Onların tek derdi kendileridir. Ama en acısı şu ki: Kendilerini bile sevmezler.
Kendilerine inançları yoktur; sadece güce tapan bir zihniyetin taşıyıcısıdırlar.
O güçle var olduklarını sanırlar, ama gücün kendisi bile bir gün onları yok sayar.
Tarih, böylesine örneklerle doludur.
Yaklaşan 30 Haziran davası da böyle bir dönemeçtir.
Her ne kadar bu dava partinin ve demokrasi mücadelesinin geleceği açısından hayati öneme sahip olsa da, olası bir olumsuz sonuçta bu fırsatçı yapı tekrar sahne alacaktır. Sessizce pusuda bekleyen, hiçbir şey olmamış gibi görünen bu yapılar için önemli olan dava değil, yeni pozisyon arayışıdır.
Ama artık siyasi iklim değişti.
Benim siyasi öngörüm net: Siyasetin dinamikleri dönüşüm içinde.
Gerçekten halktan yana, hesapsız, samimi bir duruş sergileyenler kalıcı olacak.
Şekilden şekile girenler, yelkeni hep rüzgâra göre açanlar, sadece güce tapanlar ise –taptıkları o güç tarafından bile– bir bir terk edilecek.
Çünkü halk artık uyanık, çünkü samimiyetin sahtesiyle gerçeğini ayırt edebiliyor.
Kısacası; bu ülkenin gerçek sahibi, rüzgâra göre değil, vicdanına göre yürüyenler olacak.
Nöbetçi fırsatçılara ise ne rüzgâr yetecek, ne de geçmişlerindeki sisli kulisler…