MENÜ
Hakan  POLAT
Hakan POLAT
yildiz1@hatayyildizgazetesi.com
Yazı 219 defa okundu.

Bir Depremin Ardından…

Milyonların sessizce uyuduğu soğuk bir kış gecesiydi. Herkes kurduğu güzel bir hayalle uyuyordu. Yarın olacak ve yeni bir gün başlayacaktı. Ama kimse bilmiyordu: Gecenin en sessiz anında tüm dağlar, ovalar, şehirler, ilçeler ve köyler sarsılacaktı. 

Her evde ayrı bir hikaye vardı. Kavga eden kardeşler, kavga eden eşler vardı. Yarın için planlar kurulmuştu. Okullar açılacak ve çocuklar tatilde yaptıklarını anlatacaklardı.

Kim bilecekti evlere karanlık çökecek ve herkes derin bir uykuya dalacaktı? Uyanmayacaktı çoğu kimse. Hayalsiz kalacaktı; hayatsız ve yapayalnız.

Gecenin en çaresiz anında dağlar, ovalar, şehirler, evler ve binalar titremeye başladı. Yer sarsıldıkça sarsılıyordu. Gecenin bir vaktinde sağa sola yalpalanan dolapların sesiyle uyandı herkes. Avizeler duvardan duvara çarpıyordu. Mutfakta tabaklar yeri dövüyordu. Dev ekran televizyonlar yere kapanmıştı. Mobilyalar çatırdıyordu. Duvarlar sarhoşlar gibi sallanıyordu. Evler fırtınaya yakalanmış masum bir kelebek gibi bir oraya bir buraya çarpıyordu. Sarsılmaz denilen dağlar kâh yükseliyor kâh düşüyordu. Evler oyun hamuru gibi yamuluyordu.

Rüyalar bölündü, hayaller son buldu. Evlerden çığlık sesleri kopmaya başladı. Herkes birbirini arıyordu. Ama ne çare? Sarsıntı herkesi yerden yere vuruyordu. Anneler çocuklarına ulaşamıyor, çocuklar odalarından çıkamıyordu. Herkes şoktaydı. Adam karısıyla göz göze geldi. Hakkını helal et dedi. Sarıldılar ve hayata veda ettiler. İkisini birbirine sarılmış halde buldular. Çocuklar da birbirlerine sarılmışlardı. Ne yapacaklarını bilmiyor, çaresizce bekliyorlardı. Onlar da birbirlerine sarılmış halde çıkarıldılar enkaz altından.

Kim biliyordu son geceleriydi? Halbuki yarına dair ne hayaller ne planlar kurulmuştu o gece! Kendilerini dışarıya atabilenler tanıdık bir yüz arıyordu. Heyhat! Tanıdık yüzler yoktu dışarıda. Hepsi içeride kalmıştı. Evler çatırdıyordu, çatlıyordu, düştü düşecekti. Gidin diyordu buradan, bırakın beni yıkılacağım diyordu. Ama anneler de babalar da az sonra yıkılacak binalardan korkmuyordu. Çünkü canları da cananları da içeride kalmıştı...

Gecenin karanlığıydı. Göz gözü görmüyordu. Soğuktu. Kar yağıyordu. Yağmur da karla beraber vuruyordu. Caddeler ve sokaklar yalın ayak insanlarla doluydu. Annelerle, babalarla ve çocuklarla...

Kar yağıyordu lapa lapa. Rüzgar esiyordu. Yağmur dövüyordu ama kimse üşümüyordu. Yürekler yanınca ayaklar üşümezdi çünkü. Canlar yanınca eller soğuğu hissetmezdi çünkü. Hava soğuktu ama kimse üşümüyordu.

Eller kepçe, ayaklar vinç olmuştu. Parmaklar hilti gibi dövüyordu enkazı. O gün o saat her insan ağır iş makinesi gücündeydi. Korku yoktu gözlerde. Yıkılan, yıkılmaya ramak kalan tonlarca beton binalara korkusuzca giriyordu. Geceydi, karanlıktı, soğuktu, ayaklar yalın, üst baş açıktı. Ama kimse üşümüyor, kimse korkmuyordu.

Ne oluyordu? Şehir neden sallanıyordu? Evler neden yerle bir oluyordu? Evler neden mezar oluyordu? Sıcacık yuvalar neden kovuyordu herkesi? Düşünecek ve soruların cevabını arayacak zaman yoktu. Bir çığlık, bir yardım sesi geliyordu duvarın altından. Şehir ağlıyordu, sokaklar dökülüyordu, dağlar yürüyordu.

Babalar çocuklarını arıyordu. Anneler kuzularını. Çocuklar ağlıyordu ama duvarlar acımıyordu. Kar acımıyordu. Soğuk acımıyordu. Yağmur acımıyordu. Gece acımıyordu.

Karanlıktı. Göz gözü görmüyordu. Ama gönül gönülü görüyordu, duyuyordu, kokluyordu. Gecenin dördüydü. Zifiri karanlıktı. Ama gözler sevdiklerini görüyordu. 

Dakikalar saat, saatler gün olmuştu. Sabah olsaydı belki sabahın ilk ışığı belki merhamet ederdi. Şehir çığlık çığlığaydı, ağlıyordu. İnsanlar kelebekler gibi uçuşuyordu. Ateş böcekleri gibi ateşe düşüyordu. Sokaklar yangın yeriydi, caddeler ağlıyordu.

Adam karısına kızmıştı o gece. Uyku basmamıştı gözlerini. Balkondan şehri izliyordu. Küsmüştü her şeye. 

Sevdiklerine ve doğup büyüdüğü şehre. 

Ama bilmiyordu az sonra şehir de ona küsecekti. Odasına gitti. Oturdu, uzandı, uyumaya çalıştı. Gözlerine uyku girmiyordu. Sanki bir şeyler olacaktı. İçindeki öfke yeri sarsacaktı. Sonra gözlerini bir daha açmamak üzere kapattı. Son gecesiydi ve odasında tek başındaydı. 

Kadın o gece kocasına darılmıştı. Kocasına olan öfkesi bir dağı sarsacak kadardı. Ne halin varsa gör diyerek evden çıkmıştı. 

Annesinin şefkat dolu kucağına. Ama nereden bilecekti annesinin kucağı şefkat dolu olsa da dağlar kimseye acımayacaktı. Ne şefkatli anneye ne dilsiz yavruya...

Çocuklar çantalarını hazırlamıştı. Erkenden yatıp erkenden okula gideceklerdi. Ama onlar da uyanmayacaktı bir daha. Beton onları da yutacaktı...

Her evde bir başka hikaye vardı. Kırk bin hikaye vardı. Yüz binlerce hayal vardı. Ama hepsi bir gece yazıldı bir gece silindi. Milyonlarca hayal bir gece kuruldu, bir gece son buldu...

Şehir acımıyordu insana. Dağlar acımıyordu. Huzur dolu evler ve içinde bir ömür tüketilen ocaklar acımıyordu kimseye...

Sahi insanlara acımayan evler miydi? Çocuklara merhamet etmeyen duvarlar mıydı? Anneleri yavrularından, yari yardan ayıran binalar mıydı? Yoksa evlerin çimentosundan çalan insan mı insana acımamıştı? Kolondan çalan insan mı anneleri çocuklarından ayırmıştı? Babaları çaresiz bırakan beton bloklar değil de paraya doymayan insanlar mıydı? Malzemeden çalan insan mı insanı öldürmüştü yoksa duvarlar mı?

Sarsılan yeryüzü değildi aslında. Sarsılan insandı. İnsanın Allah'a olan inancı sarsılmıştı. Milletine olan sevgisi sarsılmıştı. İnsana olan merhameti sarsılmıştı. Hırs onu hırsızlığa götürmüştü. Çaldığı sadece kolon değildi. Çaldığı sadece beton değildi. Çaldığı sadece çimento ya da demir değildi. Çocukları çalmıştı. Sevenleri çalmıştı. Hayalleri ve hayatları çalmıştı. Sadece inşaattan çaldığıyla kalmamıştı. İnsandan da çalmıştı. Canları da cananları da anaları da yavruları da çalmıştı.

Şehir ağlıyordu. Karanlıktı. Soğuktu. Kar yağıyordu. Yağmur da onunla birlikte dövüyordu. Soğuktu. Eller çıplaktı. Bedenler çıplaktı. Ayaklarda ayakkabı yoktu. Şehir yorgun ve uykusuzdu. Şehir üşüyordu, yollar soğuktan donmuştu. Ama kimse üşümüyordu. Çünkü yürekler yanıyordu, canlar yanıyordu.

Artık sevdiklerin yoktu. Sevdiklerinin sevdikleri de yoktu. Hatta sevmediklerin bile yoktu. Kimsen yoktu artık. Sabahı olmayan bir gecede kırdığın gönlü nasıl onaracaktın? Saatler geri dönmeyecekti. Gidenler veda etmemişti. Kalanlar kimseyi bir daha görmeyecekti...

Gidenler Rablerinin engin merhametine sığındılar. Kalanlara yeni bir fırsat verilmişti. Hiçbir şey sevdiklerinizi üzmeye değmez. Her gecenin bir sabahı olmayacaktı artık. Her uyanış yeni bir fırsattır insan olmaya, iyi olmaya, tövbe etmeye, kırılan kalpleri onarmaya...